Ayasofya harap haldeydi

          Malûm olduğu üzere, Ayasofya Camiimizin yerinde ilk mabed, ahşap kilise olarak, milâdi 360’da yapılmış,, 404’de bir ayaklanmada yakılmıştır. 416’da tekrar inşa edilmiş, 532 de yine yakılmıştır. 537’de ufak kubbeli bir halde inşa edilmiş, 561’de ise bugünkü kubbesi büyütülmüş, içerisi de son derece kıymetli altın ve gümüş gibi eserlerle tezyin edilmiştir. 4. Haçlı seferi, İstanbul’u zapt edince, Ayasofya, şehrin bütün zenginlikleri gibi, temamen yağma edilmiştir, harabeye çevrilmiştir. 1261’de bizanslılar, şehri frenklerden geri alınca, kiliseyi tamir etmişlerdir. 1346’da büyük kubbe çökmüştür. 1356’da yeniden yapılmıştır. 1402’de kilise tamamen harapdı ve kubbe kısmen çökmüştü.[i] İstanbul’u fethettiğimiz zaman Ayasofya, bu harap halde idi.

Fatih, şehre fetih günü girmedi

          Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u 27 Mayıs günü fethetti. Ecdadımızın câri âdetine göre, bir şehir fehtolunduğunda, fethi yapan Hünkâr veya Kumandan, ancak Cuma günü şehre girer, o zamana kadar mahallin Cami haline çevrilen en büyük kilisesinde, Cuma namazını eda ederdi. Fatih Sultan Mehmed de, 30 Mayıs cuma günü şehre girdi. Ayasofya kilisesi temizlenmiş, kubbenin sağlam kalmış kısmının altı namaz kılınacak hale sokulmuş, muvakkat bir mihrab oturtulmuştu. Akşemseddin Hazretlerinin imametinde, Fatih Sultan Mehmed Cuma namazını eda ettiler. Bu andan itabaren Ayasofya kilisesi, Ayasofya Camii olmuştu.

          19.YY’a kadar, herbir Hünkârın zamanında, gerek Camiin ibadethane kısmına, gerek binanın diğer bölümlerine, avlusuna bahçesine, birbirinden nefis Türk mimari eserleri eklenmiş, bina temamen bir Türksanat âbidesi olmuştur.Bu müddet zarfında Bizans’tan kalma mozaik tablolar korunmuş, hattâ bazılarının, zelzeleler yüzünden dökülmüş olan kısımları boyalarla tamamlanmıştır. 18. YY’da mozaiklerdeki bazı insan tasvirlerinin yüzleri hafif beyaz badana ile kapatılmıştır.[ii]

          1847-49 yıllarında Sultan Mecid, İtalya’dan getirttiği mimar Fossati’ye esaslı bir tamir yaptırmıştır. Fossati, aynı zamanda, hem Ayasofya’nın hem de o devir İstanbul’unun, âdeta fotoğrafla çekilmiş gibi, nefis ve renkli gravürlerini yapmıştır. Bu gravürler Ayasofya’nın ibadethane kısmının, aynen bugünkü gibi olduğunu isbatlar.[iii]

1935 yılı başlarında “geçici olarak” ibadete kapatıldı

          19. YY sonlarına doğru başlayan ve 20. YY başlarına kadar devam eden felaketli halka, koca koca eyaletlerimizi kaybetmemiz, müzayaka, Ayasofya’yı da, diğer mabedlerimiz gibi, bakımsız ve harab bir hale düşürmüştü. Cumhuriyetin ilânından ve devletin biraz toparlanmağa başlamasından sonra, Ayasofya’nında restorasyon ve tamirleri düşünüldü, ibadethane kısmı, dışı, avlu ve bina etrafını ihya ve müze haline sokmak faaliyetlerine girişildi. Cami kısmının tamirini yapabilmek için 1935 başlarında ibadet kısmı “GEÇİCİ” olarak ibadete kapatıldı. Bu muvakkat kapatılma tarihine kadar, 481 sene, cami Kur’an-ı Kerim tilâveti ve Ezan sesleri yankıları ile yaşamıştı. Ayasofya bugün aynı sesleri yeniden duymak hasreti içindedir.

Ayasofya’nın müze yapılışı

          Yıl 1931 Amerika Birleşik Devletlerinde bulunan Bizans enstitüsü namına, Thomas Wittemore, Camiin mozaiklerini temizlemek ve tamir etmek müsadesini istedi. İzin verildi. 1932 de mozaik uzmanları işe koyuldu. Nefis panolar ortaya çıkmaya başladı.

          1934 ortalarında Maarif Vekâletine, Abidin Özmen getirilmişti. (9.7.1934). Vekil İstanbul’a gelmiş, teftişleri sırasında Ayasofya’yı da gezmiş, çalışmaları ve mozaikleri incelemiş, Camiin mabed dışındaki kısımlarının perişanlığını[iv] görmüş ve bu yerlerin ihya edilip bir müze halinde halka açılmasının faideli olacağını düşünerek fikrini Atatürk’e açmıştır.

          Atatürk, konunun bir uzman heyetce incelenmesini emretmiş, Abidin Özmen, İstanbul Müzeleri Müdürü Aziz Ogan başkanlığında sekiz dokuz kişilik bir komisyon kurup konuyu havale etmişti. Heyette Tahsin Öz, Efdalettin Bey, Prof.Osman Ferid, Alman Prof. Erkhard Ungar gibi uzman isimler vardır.

          Komisyon ekim sonunda raporunu takdim etmiştir. Tavsiyeler şudur:

  1. Müze olması için Wittemore’un çalışmaları bitmelidir.
  2. Bu arada dış kısımlar, kapı ve pencereler tamir edilmeli, son cemaat mahalli teşhir edilecek hale getirilmeli.
  3. Binayı ihata etmiş kahve, sundurma, köhne ahşap bina, dükkân, kulübeler yıkılmalıdır.
  4. Cami’e bitişik “Kimsesizler Yurdu” yıkılmalıdır.[v]
  5. Avlu tanzim edilerek açık müze yapılmalıdır.
  6. Camiin ibadet kısmı İBADETE KAPATILMALI buraya BİZANS ESERLERİ konularak BİZANS MÜZESİ yapılmalıdır.
  7. Ayasofya’nın asırlarca Osmanlı eseri haline getirilmiş olduğu da göz önüne alınarak, Camiin uygun bir yerinde Türk eserleri de teşhir edilmelidir.[vi]

          .İslâm aleminin göz bebeği bu Camiin, ibadethane kısmının da ibadete kapatılarak buranın da müze olması, hem de Bizans Âsârı Müzesi olması fikrini ortaya atan işte bu insanlardır! Bu komisyonda bulunan sadece bir tek kişi bu fikre itiraz etmiş ve “ibadet kısmının aynen ibadete açık kalması gerektiğinde” israr etmiş ve muhalefet şerhi koymuştur. Bu anlayışı gösteren, ne hazindir ki, Alman Profesör Erckhard Ungar’dır!!

          Kasım 1934 başlarında, Atatürk’ün mutad bir “akşam sofra sohbeti”nde Abidin Özmen, konuyu açmış ve raporda belirtilen hususları anlatmıştır. Atatürk hemen işe başlanması emrini vermiştir. Ayasofya Camii Evkaf idaresine bağlı bulunduğundan, yapılacak şeyler ona düşüyordu.

Şark âlemini sevindirecek karar

          Camiin müze haline getirilmesindeki maksadın, kapalı kısımların, koridorların, dehlizlerin temizlenmesi, tamiri, galerilerin onarılması, buralardaki sanat eserlerinin gezilip görülebilecek hale getirilmesi idi. Aynı zamanda, binayı sarmış olan inşaat da ortadan kaldırılacak, ma’bet bütün ihtişamile görünür hale getirilecekti. Dünyanın yedi harikasından biri sayılan bu Bizans-Osmanlı Türk karışımı eser, ismine ve sıfatına layık bir hal alacaktı.

          Bu maksat, Maarif Vakâletinin 14.11.1934 tarih ve 94.041 sayılı tezkeresinde şu cümlerle ifade edilmektedir:

          “…eşsiz bir mimarlık san’at abidesi olan İstanbul’daki AYASOFYA CAMİİ’nin tarihî vaziyeti itibariyle müzeye çevrilmesi, bütün “ŞARK ALEMİNİ SEVİNDİRECEĞİ” ve insanlığa yeni bir ilim müessesesi kazandıracağı cihetle, bunun müzeye çevrilmesi, çevresindeki Evkafa ait dükkanların yıktırılması ve diğerlerinin de Evkafça istimlâk edilmek suretiyle güzelleştirilmesi ve tamiri ve daimâ muhafazası, masraflarına karşılık da, Evkafça, bu sene ve gelecek seneler bütçelerinden muayyen bir para ayrılması hakkında bir karar ittihazı istenilmiş ve Evkaf Umum Müdürlüğünden yazılan 7.11.1934 tarih ve 153.197/107 sayılı mütaleanamede…”[vii]

          Bu resmî tezkerede de açıkça belirtildiğine göre, Camii müze haline getirmekten maksat, içini ve dışını kudsiyetine ve şöhretine lâyık bir hale getirmektir. Tezkerede: “BÜTÜN ŞARK ALEMİNİ SEVİNDİRECEĞİ” sözleri, Ayasofya’nın ibadet kısmının kapatılmayacağını açıkça göstermektedir. Şark Alemi, yani bugünkü deyimle “Doğu Dünyası”, Japonya, Çin, Hindistan değil “İslâm Alemi” dir. İslâm aleminin en mukaddes mabedlerinden biri sayılan Ayasofya Camiinin, kudsiyetine lâyık bir hale getirilmesi elbetteki bütün “Şark Alemini” yani Müslüman dünyasını sevindirecektir. Eğer müze yapmaktan maksat Ayasofya’nın ibadete kapatılması olarak ele alınmış bulunsaydı, resmî tezkerede, işaret ettiğimiz bu cümle elbette yer verilmezdi!

‘İbadete kapatmak mı? Böyle münasebetsizlik olur mu hiç?’

          Nitekim ben, o sıralarda bir yandan üniversiteye devam ediyor, diğer taraftan da Zaman Gazetesi’nde[viii] gazetecilik yapıyordum. Ayasofya işini inceleyen komisyonun, cami kısmını da müzeye çevirmek teklifinde bulunduğu, Babıali de duyulmuştu. Komisyonun bu yersiz ve üzücü düşüncesinin, Hükümetçe ne dereceye kadar benimsendiğini öğrenmek üzere, Velid Bey, beni Maarif Vekili ve Dahiliye Vekiline gönderdi.

          Abidin Özmen Beyi ziyaret ederek Ayasofya hakkında, Vekâleti’nin tasavvurlarını sordum. Rahmetli Abidin Bey, yukarıya naklettiğimiz tezkerede belirtilenleri tekrarladı. İbadete kapatılmasının söz konusu olup olmadığını sorunca, irkildi ve: “İbadete kapatmak mı? Komisyon çizmeyi aştı. Böyle münasebetsizlik olur mu hiç? Ayasofya Camidir, aynı zamanda da müze olacaktır. Maksat budur” dedi.

“Kesinlikle sözkonusu değil”

          Vekilin buz sarih teminatına rağmen endişeli idim. Kendisi Atatürk’ün yakını değildi. Buna mukabil, o sırada Dahiliye Vekili olan Şükrü Kaya Bey ise, Atatürk’ün yakını idi, hem de, amcam Velid Beyin, Galatasaray’dan, Paris Hukuk muFakültesinden ve Malta sürgünlüğünden yakın arkadaşı idi. Kendisine gittim. Aynı suali sordum. Rahmetli Şükrü Kaya Bey de “kesinlikle söz konusu değil!” dedi ve ilâve etti: “İbadet bölümünü Bizans Müzesi yapmak fikrine Atatürk fena halde kızdı” dedi.

          Yukarıya naklettiğimiz Maarif Vekâleti tezkeresine, Evkaf idaresi, verdiği cevapta, kendisinden istenilenleri yapmak imkânına sahip olmadığını bildirmiştir. Bunu da aynen veriyorum:

          “Evkaf Umum Müdürlüğü, 7.11.1934 tarih ve 153.197/107 sayı… müzeye çevrilmesi ve korunması için verilecek bir gelir yoktur…ve çevresindeki yapılardan, evkafa ait olanları yıkmak ve kaldırmak elden gelirse de, ötekine berikine ait olanların evkafca satın alınmasına imkân bulunmadığı….”.[ix]

          Elimizde Maarif Vekâletinin Vakıflara müracaat tezkeresi ve Evkafın buna verdiği cevabı ilave eden yazılarda başka, konunun gelişmesini belirten bir belgeye sahip değiliz!

İbadete kapatılacağına dair hiçbir dayanak yoktur

          Ayasofya Müzesi idaresinde bulunan “Ayasofya Hatıra Defteri’nde, Maarif Vekili Abidin Özmen, fikrin doğuş ve gelişmesini,aynen bu şekilde hatıra olarak kaydetmiştir. Ancak bunda da Camiin ibadete kapatılacağına dair tek kelime yoktur.    

          Söylendiğine göre, İcra Vekilleri heyeti, aynı ayın 24’ünde (24.11.1934), konuyu görüşmüştür. Ancak herhangi bir “İcra Vekilleri Kararı”, yani “Kararname” çıkarılmış değildir. O zamandan hatırımda kaldığına göre, İcra Vekilleri Heyeti, Vakıflar İdaresinin istimlâk ve saire için maddî imkânsızlık yüzünden isteneni yapamayacağını bildirmesi üzerine, Ayasofya’nın etrafını sarmış olan, sahipli mülklerin istimlâkini ve diğer imar, tanzim masraflarının, nereden tedarik edileceğini görüşmüş ve bu yolda Maarif Vekâletine talimat vermiştir. Maarif Vekâleti harekete geçmiş, Evkaf kendi binalarını ve bu arada Fatih medresesini yıkmış, Ocak 1934’de bahçe, dehlizler, caminin etrafı açılmış ve 1 Şubat 1935’te Ayasofya Müzesi namiyle bina halka açılmıştır.

(…)

Tamiratı bitene kadar geçici olarak

          Bu sıralarda Wittemore camiin asıl ibadet kısmında çalışmalara başlamıştır. Ortalığın toz toprak içinde kalması yüzünden, yerleri örten kıymetli halılar, seccadeler kaldırılmış, duvarlardaki ism-i Celâl, ism-i Resul, Hülefa-i Raşidin ve Hasan Hüseyin levhaları da indirilmiştir.[x] Wittemore kubbenin göbeğindeki “Nur” ayet-i kerimesini de kazıyarak, altında bulunması muhtemel mozaikleri araştırmak istemişse de müsaade edilmemiş, Kazasker İzzet Efendi’nin bu nefis istifi yok edilmekten kurtulmuştur. İşte bu tarihte ve bu çalışmaların yapılabilmesi için ve bu sırada da ibadet etmek imkânsızlığı dolayısıyle, “TAMİRAT BİTENE KADAR, GEÇİCİ OLARAK” ibadet durdurulmuştur.

          Atatürk’ün vefatında Wittemore’un çalışmaları devam etmekte idi. Wittemore, Ayasofya’nın yıkılmadan günümüze kadar, bütün eşsiz sanat eserlerini de muhafaza ederek gelebilmesinin, sadece ve sadece, Osmanlı idaresi sayesinde olduğunu, çalışmaları hakkındaki raporunda şu cümlelerle belirtir:

          “Yedi yıllık çalışmalarımız boyunca mozaiklerde hiçbir kasdî tahribat ve yüzlerin zedelenmesi izlerine rastlamadık. Zelzeleler ve zaman binayı, mozaik resim sanatının birçok şaheserinden mahrum bırakmıştır. Fakat mevcud olanlar, Ayasofya’yı kullandıkları beş asır boyunca, Türkler tarafından muhafaza edilmiştir.[xi]

Ve tek parti dönemi

          Wittemore vefatında çalışmalar durmuş. Tamirler bitmiş fakat cami ibadete açılmamıştır! 1939’da İkinci Cihan Harbi başlamış, harp gaile ve endişeleri sırasında, Ayasofya ile meşgul olunamamıştır. Esasen Tek Parti idaresinin, harp gailesi olmasa da, Ayasofya’yı ibadete açmaya niyeti yoktu. Değil Ayasofya’yı açmak, Anadolu’nun bir çok yerinde olduğu gibi, İstanbul’da da, camiler depo yapılmış, Sultan Ahmet Camii bile, ibadete kapatılarak, silâh altına alınan askerin barınmasına tahsis edilmiştir.

          İkinci Dünya Savaşı, Batı cephesinde 1945 de bitmişti. Şükrü Saraçoğlu mayıs 1945 sonunda başvekil oldu. Tasvir Gazetesini çıkarıyordum. Saraçoğlu, biz gazete sahip ve başyazarları davet ederek ilk basın toplantısını yaptı. Konuşma sırasında, harp yüzünden tamir edilmemiş olan abidelerden söz edildi. Arkadaşlardan merhum Yeni Sabah sahibi Celaleddin Saraçoğlu, “Ayasofya’nın henüz düzenli bir müze halini alamadığını ve daha ne kadar ibadete kapalı kalacağını” sordu. Saraçoğlu: “Biraz nefes alalım, hepsini düzenleyeceğiz ve tabii ibadete de açılacaktır” dedi. Bu sözlerle, en selâhiyetli bir ağız da, Ayasofya’nın “ibadete açık” bir müze sayıldığını bildirmiş oluyordu.

Hasan Ali yücel’in oyunları

          Kabine de Maarif Vekili[xii] Hasan Ali Yücel’di. Müze olarak cami, Maarif Vekâletine bağlı olduğundan, ibadete açtırmak ta onun elinde idi.

          Hasan Ali Bey’in hususî Kalem Müdürü merhum İsmail Hakkı Uludağ, Galatasaray’dan hocamdı, aynı zamanda da aramızda sıhriyet bağı vardı. Ziyaretine gittim ve Ayasofya hakkında bir hazırlık olup olmadığını sordum… İsmail Hakkı Bey güldü ve: “Ne hazırlığı? Hasan Ali imkân bulsa caminin ibadet kısmını da, ilk raporda belirtildiği gibi, Bizans Müzesi yapar! Sen hazırlık var mı diye soruyorsun!” dedi.

Düzmece kararname

          Hasan Ali Bey mi, yoksa kendisi gibi düşünen başkaları mı bilmem, Ayasofya’nın, ibadete de açık olmasını önlemek için, “ibadete kapalı olması isteğinin Atatürk’ün fikri olduğu” zehabını vermeyi böylelikle, “Atatürk’ün bu isteğineh karşı gelmesin” gibi bir hava yaratmayı düşünmüş olacaklar ki, 1947 de, ufak bir broşür yayınladılar. Millî Eğitim Bakanlığı yayını, yukarıda içinden alıntı yaptığımız eser: “Eski eserler ve müzelerle ilgili kanun, nizamname ve emirler”[xiii]. Bu derleme, daha sonra Türk İslâm Eserleri Müzesi Müdürlüğü yapmış Nureddin Can Bey’e yaptırıldı. Bu broşürü 64-65. sahifelerinde Ayasofya’nın müze yapılmasına dair, Maarif Vekâleti ile Vakıflar Umum Müdürlüğü arasında geçen yazışmalar -yukarıda bunlardan parçalar verdik- … geçirilmiş, altına da şu satırlar eklenmiştir:

          “Bu iş İcra Vekilleri Heyetince 24.11.1934 de görüşülerek, camiin çevresindeki evkafa ait binaların, Evkaf Umum Müdürlüğünce yıktıralarak temizlettirilmesi ve diğer binaları istimlâk, yıkma ve binanın tamir ve muhafazası masraflarının da Maarif Vekilliğince verilmek suretiyle, Ayasofya camiinin müzeye çevrilmesi tasvip ve kabul olunmuştur.” 24.11.1934.”

          Tarihin altına “Reis-i Cumhur Atatürk” ismi, daha altına da kararnamede olduğu  gibi, Hükümeti teşkil eden vekillerin isim ve soy adlarının ilk harfleri konmuştur. Bu yazının başına da, başlık olarak “KARARNAME”  ismi oturtulmuştur.

          İşte bu “KARARNANE” başlığı Ayasofya’nın bir “İcra Vekilleri Heyeti kararı ile” müze yapıldığına herkesi aldırmıştır! Halbuki bu doğru değildir! Uydurmadır.”

          Kararnameler “İcra Vekilleri Heyetince” (Bakanlar Kurulunca) görüşülüp karara bağlanınca, bir numara alırlar, Resmi Gazetede ilan olunurlar. Kavanin külliyatında da (Sicilli Kavanin, Düstur, Kanunlarımız) aynı tarih ve numara ile yer alırlar. Ayrıca, Müdevvenat Müdürlüğünde, T.B.M.M’de, Başbakanlık’ta da muntazaman arşivlenenler. Bazı kararnameler gizlidir, halka ilgilendirmeyen, hükümet icraatına ait hususlardır, Resmi Gazetede yayınlanmazlar. Ancak yine numara almışlardır, ilgili dairesinde de korunurlar, aranınca bulunurlar. Bazı numara almayan kararnameler de vardır. Bir vazifeden diğerine alınan bir yüksek memur, o devirde yapıldığı gibi, Belediye reisliğine getirilen veya seçilen başkanın tasdiki, bazı nakil, “üçlü kararnameler” gibi.

          Bahsettiğimiz broşür de “KARARNAME” diye yayınlanan yazının fotokopisini de takdim ediyorum.

Kararname diye geçiştirilmiş bir yazı

          Bu fotokopide de görüleceği gibi “KARARNAME” diye geçiştirilmiş olan bu yazının:

  1. Numarası yoktur!
  2. Resmî Gazetede yayınlanmamıştır!
  3. Altına İcra Vekilleri Heyeti isimleri yazılmış olduğundan üçlü Karar da değildir!
  4. Kararnamelerin bulundurulduğu resmi dairede yoktur!
  5. Sicilli Kavanin, Düstur, Kanunlarımız gibi eserlerde yoktur!

          Resmi Gazetede, Kasım 1934’e ait, ilk “Kararname,” numarasız olarak, 2853 sayılı ve 2.11.1934 tarihli Gazete de çıkmıştır, bir tayini aittir. Resmi Gazetede, bu aya ait son “Kararname” de 29.11.1934 tarihini taşır, bu da numarasıdır ve 1626 sayılı, 15.12. 2934 tarihli Resmi Gazetede yayınlanmıştır.

Türkiye’de geçici kararlar bir müddet sonra daimileşirler

          Resmi Gazetede, 1934 Kasımına  ait, 19 adet numarası bulunan “Kararname ile 67 adet numara almamış, tayin ve saire ile ilgili “Kararname” yayınlanmıştır. Hepsi bu kadar. Hiçbiri Ayasofya ile ilgili değildir.

          Bunlar da, bir daha gösteriyor ki, Ayasofya cami işi hakkında herhangi bir tarihi eserlerimizin onarımı için olduğu gibi, Bakanlıklar arasında cereyan eden yazışmalarla ele alınmış, tamiri için de mecburen cami kısmı, “geçici” olarak ibadete kapatılmıştır. Konunun İcra Vekilleri Heyetinde görüşüldüğü muhakkaktır. Ama bu, yukarıda da misaller ile belirttiğimiz gibi, Camii ibadete kapatmak için değil, tamirat ve etrafının açılması için gerekli istimlâk vesair masrafların nereden ve nasıl sağlanacağı hususlarından ibarettir. Ancak Türkiye’de, belki de Devletimizin kuruluşundan beri, âdet halini almış müzmin bir illetin mevcudiyetini unutmamak lazımdır: “Türkiye’de geçici kararlar, az sonra daimileşirler”!

Ecevit hükümeti dönemi

          Konu böylece uyudu ve küllendi. Zaman zaman bu küller boşuna eşelenmek istendi. Yıllar geçti. Ecevit-Erbakan koalisyon Hükümeti iktidarda iken, nasıl yıllardır küllenmiş Kıbrıs davamızı bir çırpıda hallediverdi ve milletin minnetini kazandı ise, Ayasofya’yı da, “müzelik haline halel getirmeden, Cami bölümünü ibadete açar” diye bir ümid belirdi.

          Bülend Ecevit, istifasından az evvel İstanbul’a gelmiş, büyük bir basın toplantısı yapmıştı. Gazeteci arkadaşlardan biri kendisine şu suali sordu: “Ayasofya’nın cami kısmını ibadete açacak mısınız?”

          Bülend Ecevit’in verdiği cevap, Ayasofya hakkında da, İslâmiyetin bazı hususları hakkında da, hiçbir bilgiye sahip olmadığını meydana çıkardı. Ecevit aynen şu cevabı verdi: “Ayasofya’da bir takım resimler vardır, Müslümanlar resimlerin bulunduğu yerde namaz kılmazlar…!!!

          Resim bulunan bir yerde namaz kılınmaz diye bir kaide yoktur. Ancak namaz kılan kimsenin karşısında, kıble yönünde tasvir varsa, gözünün ona kayarak düşüncelerini kaydırması ihtimali kuvvetlidir. Bunan için de canlı varlıkların resmi karşısında namaz kılınması caiz görülmez. Hatlar levhalar da namaz kılan insanın dikkatini çekebilir. Ama camilerimizi süsleyen hatlar, ya âyet-i kerime, ya hadis-i şerif veya kelâm-ı kibardır. Bunlardaki sözler de insanı yine ulvî düşüncelere yöneltir. Ecevit’in bu gerçeği bilmediği anlaşılmıştı. Ayasofya hakkındaki bilgisizliğine gelince, Camiin ibadet edilen kısmında hiçbir mozaik resim panosu yoktur. Ayrıca bugün bu kısmın halinin, fetihden 1846’ya kadar, aynen böyle olduğu, 1846-1849 yıllarında buralarını tamir eden Fossati’nin yaptığı renkli gravürden de görülmektedir. Müminler, fetihden beri camiin bu hali ile içinde namaz kılmışlardır. Ecevit bundan da habersizdi.

          Başbakan Ecevit’in yukarıya naklettiğimiz cevabından sonra, Ayasofya hakkında beslenen ümidler söndü.

Demirel Hükümeti dönemi

          Yine yıllar geçti. Demirel Hükümeti konuyu ele aldı… Aldı ama hatalı olarak aldı. Camiin ibadet kısmını ibadete açacağı yerde, “Hünkâr Mahfelini” ibadete açtı! hünkär mahfelini görmüş olanlar bilirler. Mihrabın üst solunda dar ve uzunca bir dehlizdir. Hünkâr Ayasofya’da namaz eda edecekse, buraya, maiyetile, cami dışından özel kapıdan girer. Burası en fazla yirmi otuz kişi alır. Demirel burayı ve bura- giriş veren zemin kat kısmını ibadete açtı. Bu giriş yeri de ancak kırk elli kişi alabilir. Giriş kapısının yanına ahşap bir mihrap oturtuldu. Üstelik açılış bir cuma günü yapıldı. Bu sevinçli haberi alan müminler, açılan yeri doldurdular ve cemaat taştı. Orada “son cemaat yeri” olmadığından, içeri giremeyenler, giriş kapısı dışında, yerlere gazeteler sererek namaza durdular. Sırtları mihraba, yani namazı kıldıran imama dönük olarak, imamın ardında değil önün sözde namaz kıldılar!!

          Demirel hükümetinin bu hareketine de akıl erdirmek kabil değildir. Zira Cami ya bizimdir, ya değildi. Namaza açılıyorsa ne için camiin namaz m halli cemaate açılmıyor da, kenarında köşesinde, sanki işleniyor da gizleniyormuş gibi davranıyor? Bu mantığı anlamak zekâsından mahrumum.

12 Eylül darbesi

          1980 müdahalesinden sonra da bu acaip davranış tabii hale getirilip, camiin içi namaza açılacağı yerde kısmen namaza açılmış hünkår mahfeli de, ibadete kapatıldı! Ayasofya kısa bir müddet kavuştuğu ezan sesinden yine mahrum kaldı.[xiv]

          Yukarıda teferruatı ile belirttik. Kubbesi yarım yıkılmış, harap bir halde Cami yaptığımız ve 627 sene Türkün himmeti ile imar edip koruduğumuz Bizans asarını, öz malımız gibi muhafaza edip sanat dünyasına sunduğumuz bu eserleri yapan Bizans, koruyan, bugüne intikal ettiren, ecdadımızdır, bizleriz.

 Ziyaret için ille de müze olması gerekmez

          Bütün İslam Aleminin göz bebeği olan bu camii ibadete kapalı tutmak büyük hatadır. Bütün camilerimiz muayyen ibadet saatlerinde ibadet esnasında namaz kılanların arasında, önünde dolaşmamak şartı ile Müslüman, hıristiyan, dinsiz herkesin ziyaretine açıktır. Hepsi birer müzedir. Hem de bugün “Müze Ayasofya” da olduğu gibi, sabah dokuzdan akşam 16 ya kadar ve haftanın muayyen bir günü de kapalı olarak değil, sabah ezanından yatsıya kadar ve hergün açıktır. Üstelik de bugün olduğu gibi paralı değil parasız ziyarete açıktır.

Gelir kaynağı

          Ayasofya’yı “paralı ziyaret ettirmekle Devlete gelir sağlıyoruz” diyenler bulunabilir. Ayasofya çok büyüktür. Mozaikler, panolar, sanat eserleri, cami kısmı dışındadır, koridorlarda, dehlizlerde, üst kat galerilerindedir. Pekâlâ, basit bir tertiple, Camiin ibadet kısmına parasız, diğer kısımlarına paralı girilip gezilebilecek imkân sağlanabilir.

         Diğer taraftan, zamanımızın müzecilik anlayışı, müze yapılan yerin özel bir havası olmasına, yaşanan bir yer gibi görünmesine, soğuk, ürkütücü, ürpertici olmamasına dikkat etmektedir. Ayasofya’nın ibadethane kısmı, bugünkü hali ile, halısız, rahlesiz, insansız, ibadetsiz, soğuk, terk edilmiş mahuf bir görünümdedir. Muteassıp olmayan birçok yabancı sanat adamı, ilim adamı, Ayasofya’nın bugünkü hale sokulmasının büyük hata olduğunu belirten makaleler yazmışlardır.

        Ayrıca, yukarıda fotokopisini verdiğimiz, camii müze yapmakla ilgili resmi yazışmanın 4. satırında görüleceği gibi, “bütün Şark Alemini sevindirecektir” ibaresinin, Atatürk’ün tasvibinden geçtiğini de hatırlamak lazımdır.

Müslümanın ibadetine ceza, Papa’nınkine müsade

          Sorarım siz okuyuculara, bugün bir Müslüman turist kafilesi veya yerli bir Türk grubu, Ayasofya Müzesi’nin eski cami kısmında yerlere gazeteler serip namaza dursalar başlarına neler gelir? Ne yobazlıkları, ne mateassiplıkları, ne mürtecilikleri kalır. Mahkemelerde sürünmeleri de caba olur. Hâlbuki Temmuz 1967’de, Efes’e gelip kendi dinince Hacı olan Papa 6. Pol (Paul), Efes’ten İstanbul’a geçmiş, Ayasofya’ya girmiş, Cami kısmında diz çökmüş, yanında devrin Hariciye Nazırı Ihsan Sabri Çağlayangil olduğu halde vekilde nezaketen müsade istemiş ise de vekilin cevabını beklemeden -istavroz çıkarmış, ibadetini tamamlamış sonra da yere kapanıp zemini öpmüştür. Zamanın gazetelerinde bu secdesinin ve yeri öpmesinin resimleri çıkmış, ibadeti anlatılmıştır. Papa İstanbul’da, Ayasofya’dan başka, ziyaret ettiği hiçbir yerde, ne yeri öpmüş ne de ibadette bulunmuştur. Ayasofya’da bunu yapmış olması, burasını bir Cami değil bir KİLİSE olarak kabul etmesindendir. Zira, bir Müslüman heryerde, bir kilisede, bir havrada pekala namazını kılabilir. Ama bir katolik, bir musevi, asla bir camide dini ibadetini yerine getiremez, dini bunu kesinlikle yasaklar.

          Ne mantıkdır ki, bir Türk, bir Müslüman 481 yıldır özbe öz kendi malı ve camii olarak kullandığı bir mabedinde ibadet edebilmek hakkından mahrum bulunsun, böyle bir harekete girerse suç işlemiş sayılsın, buna karşılık 514 yıl evvel bir hıristiyan mabedi olmuş bir yerde, bir hıristiyan için ibadet etmek serbest olsun! Maalesef bu mantığı anlayabilecek zekadan da mahrumum.

          Devletten, Hükümetten artık bu tatsız, mantık- sız anlayışa son vermesini, Ayasofya Müzesini, müzeliğine zerre kadar helal vermeden, ibadete de açmasını temenni ve istirham ederim.


[i] Kastıl Kıralliğı Elçisi Clajivo’nun Seyahatnanmesi.

[ii] Bu gerçekler pek çok Bati seyyahatnamelerinde ve eserlerinde kayıdlıdır. Bunların isimleri, İstanbul Ansiklopedisi’nin 3. Cildinde, Ayasofya maddesinde teferruatı ile verilmiştir.

[iii] Fossati’nin, gravür albümü. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndedir.

[iv] Ayasofya’nın o sıralardaki perişan halini, Osman Ergin; “Muallim Cevdet” (1937) isimli eserinin 105-107. sahifelerinde anlatır.

[v] Komisyonun ittifakla kaldırılmasına karar verdiği “kimsesizler yurdu” haline getirilmiş bina, Fatih’in İstanbul’da yaptırdığı ilk medresedir.  Bu karar uygulanmış ve bu ecdad yadigárı yıktırılmıştır.

[vi] Bu Komisyonun azalarının tam listesi, kararlarının teferruatı, merhum Dr. Sedad Kumbaracı’nın, Hayat Tarih Mecmuası’nın 1970 yılı Şubat nüshasının 74. sahifesindedir. Dr. Sedad’ın babası merhum İzzet Kumbaracı, o sırada Topkapı Sarayı 2. Müdürüdür, makale onun hatıra defterinden alınarak yazılmıştır.

[vii] Nureddin Can: Eski eserler ve müzelerle ilgili, kanun, nizamname ve emirler. Milli Eğitim Matbaası, Ankara 1947 (Sah. 64-65)

[viii] Zaman gazetesi, merhum amcam Velid Ebuzziya tarafından 11.6.1934’e çıkarılmaya başlanmıştır.

[ix] Nureddin Can’ın adı geçen eseri, aynı sahife.

[x] Bu sekiz levha 1848 tamirinde, daha evvel Teknecizade İbrahim Efendi hatlarının (1644) yerine asılmıştır. Kazasker İzzet Efendi’nindir. 7.5 m. çapındaki bu levhalar Sultan Ahmed’e götürülmek istenmiş, müzeler Umum Müdürü, rahmetli Remzi Oğuz Arık önlemiş, ancak levhalar tek parti hükümeti tahsisat vermediğinden 28.1.1949’da halkın ianesile yerlerine asılabilmiştir.

[xi] Semavi Eyice makalesi, Turing ve Otomobil Kurumu, Belleten, sayı 113, sah. 10, (1951) Th. Wittemore, Third Raport (Üçüncü Rapor).

[xii] Bu tarihe kadar, hükümete “İcra Vekilleri Heyeti”, Bakanlara “Vekil” Başbakana, “Baş Vekil” deniyordu, Milli Eğitim Bakanlığı “Maarif Vekâleti” idi. Vekillere 12.8.1946’da kurulan Recep Peker kabinesi ile “Bakan” denildi. Hükümete “Bakanlar Kurulu” denilmeğe 10.9.1947’de Hasan Saka kabinesi ile başlandı.

[xiii] Milli Eğitim Matbaası, Ankara 1947, 130-5 sahife.

[xiv] Ne hazindir ki, Süleyman Demirel Hükümeti, Emanet-i Mübareke dairesinde, asırlar boyunca, gece gündüz, aralıksız okunmakta olan ve 1924’de kaldırılmış bulunan Kur’an-ı kerim tilavetini, yeniden başlatıp vazifesini yerine getirmişken, 1980 müdahalesinden sonra, bu da akıl almaz bir düşünce ile durdurulmuştur!

İslam Mecmuası, Sayı 46, Haziran 1987, Sayfa 16