Ayasofya “millî bir dava değildir” diyenlere bir teklifimiz olacak. Lütfen bu millete bir refarandum’u müsaade etsinler. Ayasofya’nın ibadete açılmasına hayır diyecek bakalım binde bir Müslüman çıkacak mıdır? Yüzde yüz bir millet arzusunun nazara alınmadığı ülkelerde demokrasiden bahsetmenin ne derece mantığa uygun düşüp düşmediğini de takdirlere bırakalım.

          İdrâk ettiğimiz fetih yıldönümünde Fatih Sultan Mehmet Han’un ruhunun şâd olduğuna inanıyorsak, bu kendimizi aldatmak olur. Fetih deyince Ayasofya’yı hatırlamamaya imkân yoktur. Ayasofya fethin bir remzidir. Boynu bükülmüş, kubbelerinde tekbir sadaları kesilmiş, şerefelerinde müezzinlerin Allahü Ekber sadaları dindirilmiş bir Ayasofya’nın karşısında yüce Fatih’in ruhunun şen ve müsterih olabilmesine imkân var mıdır?

          Kemal Satır, cevap veriyor: “Ayasofya’nın camiye çevrilmesine lüzum yok. Hali hazırdaki camilerimiz ihtiyaca kâfi gelmektedir” diyor. Bu sözü çocuk bile söylemez. Böylesi bir cevap, bu milletin hissiyatıyla doğrudan doğruya alay etmek demektir. Dâva, camiye olan ihtiyacımızın yeterliği veya yetmezliği meselesi değil. Ortada bir milli perestiş meselesi var. Papazları, metropolitleri yakalarında Bizans armasını taşır, yedisinden yetmişine kadar her Yunanlı, müstakbel Bizans hülyaları ile yaşar, Megalo İdea peşinde Helenizm İmparatorluğunun hortlıyacağı günleri düşünür, bu hedefe varacak yolun Ayasofya’dan geçeceğine inanır.

          Bu durumun muvacehesinde Ayasofya’ya büyük bir milli dâva konusu olarak bakmamak mümkün değildir. Ayasofya, milletimizin haysiyet ve şerefi dâvasıdır. Ayasofya camiye çevrilmediği müddetçe, ihlâl edilmiş olan Fetih, tamamlanmış sayılmaz. Bu gün Ayasofya, ibadete açılmakla sevinecek olan Müslüman Türk milletidir. Bunun karşısında üzülecek hatta matem edecek olan kimlerdir? Vahşi palikaryalar, çapulcu EOKAcılar değil mi? Evet, hakikat da böyle. Böyle olduğu için Ayasofya’nın ibadete açılması lâzımdır. Amma Babıâdinin şımarık, küstah çocuğuna göre durum böyle değil. Çünkü ona göre müslümanların sevinmesi, Yunan veletlerinin ağlamasından kendi namı hesabına daha korkunçtur. Ona göre, rumların oturup bayram yapması, müslümanların ağlamasına tercih edilir.

          Karşımızda iki paralel bir millet, Bizans diye, Ayasofya diye sayıklar. Milli mefkûre peşinde koşar. Biz ise yangın yerlerine çevirdikleri şehir ve kasabaların daha teze dumanları tüterken, kendilerine 1930 anlaşmaları diye hususi imtiyazlar tanırız. Dört sene sonra da bu dostluğu Ayasofya’nın minarelerinden ezanı susturacak hale getiririz. Sonra da çocuklarımıza döner, milli duygunun milli şuurun tarifini yaparız. Ezeli ve edebi düşmanlarımız karşısında bu gün Ayasofya’yı boynu bükük ve mahzun bırakmak tarihimize, ecdadımıza karşı saygısızlıktır, hatta ihanettir. Yunanlılar, Selâniğin en büyük caddesindeki Hamza Bey camiinin minarelerini yıkıp, camiyi bar olarak kullanırken, 1453 den 1934 e kadar tam 481 sene İslâmiyete camilik yapmış ulu bir mâbedi otuz yıldır susturmuş ve küstürmüş olmamız en büyük milli yaramızdır. Onun müzeye çevrilmesi karşısında Katolik kilisesinin ruhani lideri Papa dahi hissiyatını gizliyememiş, “müze olmaktansa her hangi bir dine hizmet etmesini tercih ederdik” demiştir.

          Ayasofya’nın hukuki durumuna gelince, Fatih, Ayasofya’ya kıymet takdir ettirerek şahsi servetinden bedelini ödemiş ve vakfetmiştir. Vakıfnamenin kaydı Vakıflar İdaresinde, sureti de müzelerimizdedir. Büyük hukukçu Ali Himmet Berki’nin vakıflar hakkındaki eserinin 119. sahifesinde “Bir cami (mescit) vakfiyeti tamam olduktan sonra hali aslisi tebdil ve tağyir olunamaz” demektedir. Yine ibadethanelerin sureti istimaline dair olan kanuna göre, mabetlerin kiraya verilemiyeceği, ibadet dışında kullanılamıyacağına dair, sarahat vardır. Bu kanun el’an yüyürlüktedir. Görülüyor ki Ayasofya’nın ibadete kapalı tutulması Anayasa ve hukuk nizami içinde isek, vakfın şartlarına uymamız gerektir. Varılacak hedef üzerinde, evvelâ Ayasofya’nın kilise olmasını birinci derecede lüzumlu gören Megalo İdea’ya karşı, ufak hesaplarla bu ulu mâbedi aslına tebdil etmemek, affedilmez hatâ olur.

          Ezanları susturulmuş, tekbir sadaları dindirilmiş Ayasofya’nın, böyle mahzun ve mâtemli çehresiyle kaldığı müddetçe, her gelen yıl kutlanacak Fetih törenleri, bu millet için sızlayan yaraların deşilmesinden başka bir neticeye varamıyacaktır.

(Fedai Dergisi, 1. Cilt 11. Sayı, Haziran 1964, sayfa 10)