– Nobel mükâfatı kazanan İsveçli bilgin Helmadt Anderson beş yüz sayfalık bir kitap yazarak iki kere ikinin dört buçuk ettiğini ispat etti…
– Bir tepkide uçakla ansızın Washington’a gelen Çin diktatörü Mao Çe Tung doğruca Beyaz Saray’a gitti ve ağlayarak başkan Nixon’un boynuna sarılıp şunları söyledi: « Ah kardeşim Nixon şimdiye kadar yaptıklarım için beni affet bundan sonra ben ve ülkem senin ve devletinin en sadık dostuyuz. Al sana Pekin’in anahtarlarını veriyorum. »
– Yunan hükümeti aralıksız olarak yaptığı sekiz saatlik bir toplantıdan sonra şu kararı verdi: «Kıbrıs Türkiye’nin hakkıdır. Bizim hakkımız yoktur. Ankara hükümeti Kıbrıs’ı alabilir. Bugüne kadar yaptıklarımızdan dolayı özür dileriz. »
– İsrail başvekili bayan Golda Meir dedi ki: « Bu topraklarda gâsıp sıfatıyla oturuyoruz. Binaenaleyh iki sene zarfında ülkeyi boşaltarak hakiki sahipleri olan Filistinli Araplara teslim edeceğimize vicdanın üzerine söz veriyorum. »
– …..
***
Yukarıdaki dört cümleyi okuyup da benim aklımı kaçırdığıma hüküm vermeyiniz. Bunları yazmaktan maksadım, size Ayasofya Camii’nin müze yapılmasındaki saçmalık ve garâbete hayali birkaç acayiplik misali vermektir.
Heyhat ki, İsveçli Anderson iki kere ikinin dört buçuk olduğunu ispat edemedi. Mao Nixon’dan ağlayarak özür dilemedi. Yunan hükümeti Kıbrıs’ı bize bağışlamadı ve Golda Meir İsrail’i tahliye edeceğini söz vermedi. AMA AYASOFYA CAMİİ MÜZE YAPILDI VE KAÇ SENEDEN
BERİ MÜZE OLARAK DURUYOR… Türk tarihinde bundan daha acayip bir vaka var mıdır? Bundan beş yüz sene evvel ordunla gel, dereler gibi kan dök, Bizans’ı zapt et, şehri İslam Türk medeniyetinin merkezi haline getir Ayasofya’yı cami yap, içinde beş yüz sene namaz kıl ve sonra camiyi kapat müze yap..
İki kere ikinin dört buçuk etmesi bunun yanında çok basit kalır! Ayasofya’yı bu hale kim getirdi? Kim getirecek İsmet Paşa tabii. Onun bu millete yaptıklarının hangi birini sayayım? Hoş hepsini saymaya hacet yok, sadece Ayasofya’yı müze yapmış olması bile onu tarih önünde mahkum ettirmeye yeterlidir.
İsmet Paşa iktidardan düştü fakat Ayasofya bir türlü cami haline getirilemiyor. Sözde memlekette demokrasi var. Ne biçim demokrasi bu?.. Milletin büyük ekseriyeti caminin tekrar açılmasını istiyor fakat sandıktan çıkma politikacılar açmıyorlar.
Politikacılara sorarsanız « Millî irade.. Halk hakimiyeti.. Milletin arzusu» diye mütemadiyen konuşuyorlar ama iş Ayasofya’ya gelince dut yemiş bülbül gibi dilleri tutuluveriyor. Bu ne biçim demokrasi ki bir camiyi bile ibadete açtıramıyor?.. Meclisin duvarına «EGEMENLİK ULUSUNDUR» diye yazmışlar. Anlaşılan egemenlik başka, hakimiyet başka. Egemenlik denilen hüma kuşu gibi ne idüğü belirsiz şey milletin, hakimiyeti ise farmasonların ve devrimbazların.
***
Ayasofya Türkiye’de İslamiyet’in sembolüdür. Onun müze olarak kalması İslamiyet’e vurulan zincirlerin çözülmeyeceğini gösteriyor.
Ne müslümanların ne de farmasonların nazarında Ayasofya tarihi bir bina olarak mütalâ ediliyor. Ayasofya bir düğümdür biz Müslümanlar bu düğümü koparırsak, hürriyetimiz engelleyen zincirler kırabileceğiz.. Farmasonlar da bundan korkuyorlar. Diyorlar ki:
« – Ayasofya’yı tekrar camii yapmak bir şey değil fakat Müslümanlar bununla yetinmezler ki, biz bu tavizi verirsek arkasından başka şeyler isteyeceklerdir. Çorap söküğü gibi taviz üstüne taviz koparacaklardır. İyisi mi sıkı duralım Ayasofya’yı bunlara kaptırmayalım. »
Evet Ayasofya herhangi bir cami değildir. O bir semboldür, o bir bayraktır. Biz canımız istediği an iki yüz metre ötedeki Sultanahmet Camii’nde gider namaz kılarız fakat gaye bu değil.. Ayasofya bizim izzetimiz, şerefimiz, namusumuz, haysiyetimizdir. Biz Ayasofya’nın gerisinde bunları istiyoruz, bunları kurtarmaya çalışıyoruz.
Karşı taraf için de Ayasofya bir müzeden ibaret değil. Maksat turist çekmek ise turistler camiye de gelirler. Nitekim Sultan Ahmet Camii’ye her gün binlercesi geliyor. Ayasofya’nın müze halinde kalması farmasonluk ve Bizans taraftarları nazarında bir ölüm kalım meselesidir.
Onun için diretip duruyorlar.
Peki bu işin sonu ne olacak?..
Ayasofya’nın ilânihâye müze olarak kalmasına imkan yoktur. Ortada üç ihtimali var:
(a) Milletin hakkı verilecek ve tekrar cami haline getirilecektir.
(b) Allah (C.C.) saklasın, Türkiye büyük bir felaket geçirecek ve Ayasofya kilise yapılacak, çan çalınacaktır.
(c) Felaketlerin en beteri olarak İstanbul Bolşeviklerin eline düşecek ve bütün camiler ile beraber solcular Ayasofya’yı da dinsizlik müzesi haline getireceklerdir. Milletin reylerini alarak sandıktan çıkan bugünkü iktidar aklı varsa Ayasofya’yı hemen cami yapar. Böylece milletin sevgive saygısını kazanır ve tarihi bir haksızlığı düzeltmiş olur.
Dinsiz farmason ve devrimbaz çetelerden korkarak Ayasofya’yı İslam ibadetine açmıyorlarsa, bilmiş olsunlar ki kendilerini kurtaramazlar. Adnan Menderes hükümeti böyle yersiz endişelerle Ayasofya’yı camii yapmadı da farmasonlara yaranabildi mi? Yassıada ve İmralı cellatları Menderes’e şöyle mi dediler sanki:
« – İsteseydin Ayasofya’yı tekrar cami yapabilirdin ama farmasonlar ve devrim yobazlığına hürmeten müze olarak bıraktın. Biz de bu sadakat ve hizmetine mukabil seni affediyoruz, asmayacağız. » Ne gezer… Adamcağızı bir öğle vakti hasta yatağından alıp boynuna yağlı urganı geçirdiler. Cellat Menderes’in ayaklarının altındaki sandalyeye tekmeyi vuracağı anda zavallı eski başvekil tüyler ürpertici bir haykırışla: « Allah» diye feryat etti. Fakat oradakilerin vicdanlarında Allah korkusu yoktu.
Adnan Menderes Ayasofya’yı Müslümanlara iade edip tevhid ibadetine açmış olsaydı belki Allah’ın ilahi yardımı o idam sehpasında ona yetişecekti. Peygamber Efendimizin (S.A.) ruhaniyeti ona yardımcı olacaktı. Fatih’in, evliyanın, şehitlerin, gazilerin, salih kulların yüzü suyu hürmetine bu feci akibetten kurtulmuş olacaktı… Heyhat ki, tam on seneyi boşa geçirdi. On sene halka dayanarak, milletin desteğini kazanarak hükümet sürdü ve buna rağmen Ayasofya’yı Camii yapmadı. Bu gafletinin cezasını feci şekilde gördü. Adnan Menderes niçin asıldı biliyor musunuz?… Onu astıran endişelerden biri de şuydu: « – Bu adam Ayasofya’yı bir gün camii yapabilir… Temizlemeli… »
Yazıklar olsun… Mâdem bu yüzden asılacaktı, keşke Ayasofya’yı cami yapıp da öyle asılmış olsaydı… Şanlı tarihimiz boyunca biz Müslüman Türklerin daima bir Kızıl Elma’mız, bir hedefimiz, bir idealimiz olmuş ve bu kızıl Elma’yı ele geçirmek için cihat edip durmuşuzdur. Bugünün Kızıl Elma’sı Ayasofya Camii’dir. Ayasofya’yı muhakkak cami haline getirmeliyiz.
Ayasofya’nın müze yapılışı tabîî ve mevzu hukuk kaidelerine aykırıdır. Ayasofya’nın müze olarak muhafazası gayri meşrudur. Bu hal adalete, kanunlara ve milli menfaatlerimize uygun düşmez. Hak bizimledir. Ayasofya’yı müze olarak tutmakta direnenler suç işliyorlar. Millet ve tarih önünde sorumludurlar. Zümre demokrasisi dalavereleriyle daha ne kadar müddet bu camimizi müze olarak tutabilirler?..
Allah bilir.
Bizler müslüman olarak hakkımızı aramaktan bir an bile geri durmayacağız. Hakkımızı vermezlerse bütün meşru yollarla kendimiz alacağız.
Ayasofya – Allah’ın (C.C.) yardımıyla – tekrar camii olacaktır.
(Bugün Gazetesi, Fetih ve Ayasofya Eki, 29 Mayıs 1970, Sayfa 2)