Hıristiyanların yanlış inançlarının tersine, çarmıha gerilen Hz. İsa değil, bu haliyle çarmıha gerili olan Ayasofya’dır. Müslüman Ayasofya.
Canlı ve diri insan çarmıha öldürülmek için çekilir. Canlı, diri ve müminler topluluğuyla kaynaşmış, alışverişte, yüzünden sıhhat akan bir caminin müze olması, onun çarmıha gerilmesi değil midir?
Çarmıha çekilen insan birkaç saat orada kalır; can verdikten sonra oradan indirilir. Ayasofya, çarmıha çekilerek öldürülmüş değildir. Daha kötü bir durumda; çarmıhtadır. Çarmıhta olma hali sürdürülmektedir.
Ayasofya ölü bile değildir. Öyle olsaydı, eski günlerini anar avunurduk. Ayasofya müzedir. Yani ölü bile değil de, ölü şeylerin mahfazası, zarfi.
Ayasofya, içinde ölü ve ölüm bile bulunmayan bir ölüm zarfi, ölüm kabuğu ve ölüm kabı durumundadır.
Ayasofya bir müzedir dedik. Yanlış. Ayasofya müze bile değildir. Çünkü: içinde tek bir müze eşyası bile yok. Ha! Eğer duvarlarını, taşlarını, minaresini, mihrabını, sütunlarını kendisinden ayrı şeyler kabul ederseniz, Ayasofya’ya müze diyebilirsiniz. Yani kendi kendisinin müzesi. Bu haliyle Ayasofya’yı müze saymak, her parçasının ölü ve kopuk antik bir eşya olduğunu kabul etmek olur ki, geriye Ayasofya olarak bir zar kalır: Ayasofya’nın derisi. Şu bir türlü yüzülemeyen Ayasofya’nın ölü teni, sarı badana!
Evet, Ayasofya müslümandır. Yapıldığı tarihten İstanbul’un fethine kadar gizli müslümandır, haniftir. Beş yüzyıldan beri de açık müslüman.
Fil vakası gibi, bin yıl hiç sönmeden yanan Mecusî ateşinin sönmesi gibi Peygamberin doğuşunu haber veren işaretlerden bir işarettir ve bu işaretlerin en önemlilerinden biridir Ayasofya’nın yapılması. Peygamber doğmadan önce Mecusî ateşi söndü. Bu demektir ki, İran müslüman olacak ve bu ateş sönecektir. Nitekim öyle oldu. Ve Peygamber doğmadan az bir müddet önce Ayasofya yapıldı. Bu demektir ki, İslâm İstanbul’u içine alacak ve Ayasofya cami olacaktır. Nitekim öyle oldu. Bunlardan biri doğuşu haber veren negatif bir olay, öbürü pozitif bir olaydı. Biri münker, öbürü ma’ruf kadrosuna dahildi.
Ayasofya yapılışıyla bir haberdi: Doğunun dinde Batıyı aştığını, Doğunun yeni bir din hareketine gebe olduğunu muştuluyordu. Meryem gibi bakire ve O’nun gibi hamileydi.
Ayasofya’yı yapanlar, gizli veya açık bu şuurda mıydılar, bilinemez. Bu şuurda olduklarım gösteren olaylar da olmuştur, göstermeyen olaylar da. Meselâ: ikonoklast (put kırma) hareketi iyi bir örnektir. Daha doğrusu bu yıllar, karanlıkla ışığın mücadele yıllandır. Işık sonradan gelecek, bütün kavgayı ortadan kaldıracaktır. İşte, Ayasofya, gecenin bittiği ve henüz güneşin doğmadığ bir vaktin eseri bir fecr-i sadıktır. Şimdi siz, fecr-i sadık: geceye ait mi sayarsınız, henüz gün doğmadığ için, yoksa güneşe ait mi? Elbet güneşe ait.
Evet, Ayasofya, bütün anlamıyla İslâma aitti. Hz. Peygamberin gelişinin haber halindeki en büyük anıtı oldu. Ölüler için bir anıt değil. Gelecekler için, ebedî sağlar ve sağlıklar, diriler ve dirilişler için bir amt.
Daha, Hazreti Peygamber, Peygamberliğinin ilk yıllarında, panayırlarda yaptığı konuşma ve dine çağırışlarda, İstanbul’un ve İran’ın alınacağım müjdeliyordu. Elbet, O, dünya malına düşkünlükten zerre bir duygu taşımadığına ve taşımayacağına göre, anlattığı ve haber verdiği, mecusi ateşgedesinin söneceği, İran’ın, Anadolu’nun, İstanbul’un müslüman olacağı, gerçeği kabul edecekleri, dolaysıyla Ayasofya’nın müslümanlığın sembol mabedi olacağı fikriydi. Hendek muharebesinde de, küngü kayaya salladığı zaman, kayadan sıçrayan alev ve kıvılcımlann çizdiği kubbe şüphesiz Ayasofya’nın kubbesiydi ve Hz. Peygamber, bizzat Fatih’i ve mübarek ordusunu, o kıvılcımlanan köprüsü, kemerleri ve ebemkuşağı altından geçip surların önünden Ayasofya’ya yürür ve girerken görmüştü. Bu heybetli ve muhteşem resmigeçidi seyrederken dudaklarından altın kelimeler dökülmüştü: “Konstantiniyye (İstanbul) muhakkak fetholunacaktır; Onun fatihi ne güzel emir ve ordusu ne güzel ordudur.”
Peygamberin mucizesi önünde zaman nedir ki? Belki de Fatih’in İstanbul’a o muhteşem girişindeki vekar, bizzat Hz. Peygamberin önünde yapılan bir resmigeçit şuurundan ileri geliyordu. Tarihin tribününde Hz. Peygamber vardı. Ve törenin bittiği nokta Ayasofyaydı. Hz. Peygamberin küngünü vurduğu kaya, Ayasofya’nın taşlarının çıkarıldığı ilk kayadan başka bir şey değildi. Ve böylece gerçek mimarı da Hz. Peygamber oluyordu. Şimdi neden bin yıl boyunca İslâm ordularının İstanbul’a aktığı ve Ayasofya’ya hilâli dikmek için Hz. Eba Eyyub’tan Ulubatlı Hasan’a kadar sayasız müslümanın şehit olduğu daha iyi anlaşılıyor.
Hz. Peygamberin, İstanbul’a bu kadar önem vermesi, onun Doğunun sözcüsü, Batıya karşı Doğu Kürsüsü olmasındandı. Orada Ayasofya’nın bulunmasındandı. Ayasofya’nın cami olması, dinin cihanşümulleştiğinin tescili olacağındandı. Ayasofya’yı kölelikten kurtarmak, hürriyetine kavuşturmak isteğindendi.
Neden başka bir savaşta değil de Hendek savaşında? Bunda da bir işaret, bir sır vardır. O savaş müslümanların varlık, ölüm kalım savaşıydı. Müslümanlığın yaşaması, o savaşın sonucuna bağlıydı. Düşman her yandan İslâmı çevirmişti. Hatta içten de vurmak istiyordu. Tıpkı bugün… Bugün de İslâm dünyası, Toynbee’nin de dediği gibi tam bir kıskaç içine alınmıştır. Tam bir Hendek Savaşı’nın şartlarını yaşıyoruz. Hatta yalnız dıştan çevrili değiliz. İçten de çevrilmişiz. İç düşman Medine Yahudileri gibi, ani bir baskınla, bir gece baskınıyla İslâmı yok etmek istiyor. İşte, anlaşılıyor ki, Ayasofya yalnız Peygamberin gelişini müjdeleyen İslâm öncesi bir mucize değil, bugünlere de işaret eden, geleceğe ait de bir mucizeydi. O kapanacaktı. Böylece İslâm, hâkimiyetinin sona erdiğinin şuuruna varacaktı. Ve o açılacaktı. Böylece İstanbul ve Doğu fethedilecekti. İslâm yeniden eski üstünlüğüne, hatta daha yükseğine erecekti. Peygamberin o en umutsuz anda salladığı künk, yalnız, Hendek Savaşının sonucunu tâyin etmeyecek, bugün kapalı olan Ayasofya’yı da açacaktı. Bu en umutsuz olduğumuz an, böylece, bir Peygamber mucizesiyle umuda ve sevince çevrilmektedir. Ve Ayasofya’nın açılması da böylece, İslâmın yeni bir aydınlık döneme gireceğinin başlangıcı olacak. Kapanışı bize bir şuur verdi, açılışı bir umut verecek. Şüphe yok ki, açılacak. Umutsuzluğa yer yoktur. Çünkü bunu önceden bir sembolik mucize olarak haber veren, Hendek Savaşının en korkulu anının içinden en büyük sevinçle bize seslenen bizzat Peygamberdir.
Ayasofya doğudadır ve Doğuya aittir. Onda, Batının ve Batı dini olan Hristiyanlığın ne hakkı vardır? Ona Batının ambargo koymağa ve onu müze adı altında abluka altına almaya ne hakkı vardır? O, bu haliyle, kolları bağlı durumuyla, Doğunun zincire vuruluşunu sembolleştirmektedir. Ama Asya başkaldırmıştır. Doğu başkaldırmıştır. İslâm, Batının ve komünizmin karşısında dimdik ayaktadır. Ve Ayasofya’nın zincirleri şangır şangır döküldüğü ve müminler içine gürül gürül aktığı zaman, İslâmın liderliğinde, Doğunun, Asya’nın ve Afrika’nın gerçek istiklâl savaşı, mutlaka zaferle sona ereceği Peygamber işaretiyle belirtilmiş olan (Hendek Savaşı’ndaki gibi) gerçek kurtuluş savaşı başlamış, kıvamına girmiş ve çağımızın tarihinin kördüğümü çözülmüş olacaktır.
Ayasofya’yı açmak, çağın kördüğümünü, İskender’in kılıcı gibi biçmek olacaktır.
(Sezai Karakoç, Dirilişin Çevresinde, 1966)