Geçen bir yazımda sanata, millete saygısız ve tarih düşmanı kimselerin Bizans’ın gözüne girmek için Küçük Ayasofya minaresini yıktırdıktan sonra ünlü Ayasofya’nın dört minaresini de yıktırma ya karar verdiklerini, ünlü tarihçi merhum İbrahim Hakkı Konyalı’nın bu faciayı nasıl önlediğini yazmıştım…

          (Buna inanmayanlar oldu. Konuyu bizzat cennetmekan Konyalı üstadımızın dili ile buraya aktarıyorum.)

          “Bir gün İstanbul müzeler müdürü Kemal Altan bana geldi. İki gözü iki çeşme ağlıyordu. Hayretler içinde kaldım. Türk İslâm eserleri üzerinde fevkalâde hassasiyete sahip, ecdadını cidden seven insan olan Kemal Bey’in böyle ağlaması için çok önemli bir sebep olmalıydı. ‘Nedir, ne oldu?’ diye sordum. ‘Yıktılar, bu gece yıktılar! Sülün gibi minareyi bir gecede yerle bir ettiler’ dedi ve kırık bir sesle devam etti: İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden Aziz Ogan evvelki gün beni çağırdı. Ayasofyaların (büyük ve küçük Ayasofya) minarelerini yıkacağız dedi. Dün gece sabaha kadar Kadırga civarındaki Küçük Ayasofya Camii’nin şerefe altı istilastikli, muntazam kesme taşlarla yapılmış. Türk mimarisinin şaheser bir örneği olan minaresi temeline kadar yıkıldı, yok oldu. Bu gece de Büyük Ayasofya’nın minareleri yıkılacak, bir Bizans Kilisesi haline getirilecek.

          Kemal Altan’ın yanan kalbine teselli suyu serptim. ‘Otur’ dedim. ‘Büyük Ayasofya’nın minarelerini yıkamazlar. Bir rapor hazırlayalım. Ben söyleyeceğim, sen yaz.

          Merhum Kemal Bey’e dikte ettirdiğim rapor şu idi: “Bizans İmparatorluğu Jüstinye’nin miladi 537 senesinde ibadete açtığı Ayasofya, Bizans’ın çökme ve çözülme devrinde çok haraptı. Bizans’ta bunu tamir edecek kudrette mimar yoktu. İmparator, Sultan II. Murad’a müraccat ederek bir mimar istemişti. Padişah da Neccâr vasfı ile anılan Ali isminde bir mimarı göndermişti. Mimar Ali, çökmek üzere olan mabedin etrafına payandalar ve göğüsleme duvarları yaparak ömrünü uzattı. Rivayete göre Bizans’ın Türkler tarafından alınacağına inandığı için, kıble tarafının sağındaki bir payandayı minare temeli ve kaidesi olarak yapmıştı.

          Fatih, İstanbul’u aldıktan sonra bu mabedi esaslı bir surette tamir ettirdi. Daha sonraları iki tahta minarenin yerine tuğla minareler yapıldı. Hâsılı, her Osmanlı padişahı bu ilk fetih yâdigarını ayakta tutmak için tamirat yaptırmıştır.

          II. Selim zamanında mabed, 1037 yaşını dolduruyordu. Bir tarafına bir çubuk arşın kadar eğilmişti. Binanın dört tarafına kırlangıç yuvaları gibi evler yapılmıştı. Padişah mimarbaşı Koca Sinan Ağa’yı çağırdı, beraberce mabedi incelediler. Ve esaslı bir tamir yapılmasına karar verildi. Sinan derhal işe başladı. Etrafı saran köhne yapılar yıkıldı. Mabet kadın payandalar ile desteklendi. Ana kubbeyi desteklemek için, kubbe ile mütenasip olarak, kuzey batı tarafına iki kalın minare yapıldı.

          Şimdi bu ihtiyar mabedin yaşı daha da ilerlemiştir. Minareler ana kubbenin dayandığı son payandalardır. Eğer minareler yıkılacak olursa, kubbe tamamıyla yere serilecektir. Ve tetikte bulunan Hristiyanlık âlemi de “Türkler Ayasofya’yı yıktılar!” diye feryadı basacaktır.

          Merhum Kemal Atan aşağı yukarı bu mealdeki raporu ilgililere verdi ve minarelerin yıkılmasından vazgeçildi.”

 (* Ahmet Kabaklı, Türkiye Gazetesi, 6 Haziran 1995.)