Ramazanın yirmialtıncı gününü yirmiyedinci gününe bağlayan mübarek gece, İstanbul yerinden oynardı.
Leylei Kadir dedikleri bu kutlu gece Ramazanı Şerife karşı adetâ hazin bir veda gecesi olup, göklerin açılıp, dua ve tövbelerin doğrudan doğruya Cenabı Hak tarafından kabul edildiği ve salih kullarının beratlarının verileceği gece sayılırdı.
Sultan Mecit ve ondan sonra tahta çıkan Sultan Aziz, işbu gecenin sabahı Dolmabahçe sarayından kalkarak büyük bir alayla Tophane’de Nusretiye camiine gelirler ve orada öğle namazını kıldıktan sonra aynı muazzam alayla Topkapı sarayına gidip orada da Hırkai Şerif alayı yapılırdı.
Padişah Topkapı Sarayında Hırkai Şerif dairesine girerek Peygamberimizin ve halifelerinin mukaddes emanetleri kat kat atlas bohçaları birer birer açıp yüzlerini gözlerini sürerlerdi.
Gece, Ayasofya camiinin dört minaresi birden baştan aşağı kandillere bürünür, ışıktan fistan ve nurdan kaftan giyerlerdi.
Gönüllerini Allaha ve hak aşkına kaptıran binlerce İstanbullu, göklerin açılacağı, duaların ve tövbelerin kabul edileceği mukaddes dakikayı kaçırmamak için sabaha kadar Ayasofyadan ayrılmazlar, iftarlarını orada ettikleri gibi sahuru da orada yerlerdi.
Kadir gecelerinde yapılan bu Ayasofya iftarlarının en muhteşem ve tarihîsini Mustafa Fazıl Paşanın meşhur iftarı teşkil ederdi.
Bu nihayetsiz derecede zengin ve dindar zatın iftarında bulunmak için zamanın en büyük ve kibar adamları bile can atarlardı.
Bu Mısırlı paşanın mutfağında usta, kalfa ve çırak olarak tam 45 aşçı çalıştığı gibi bir bu kadar da harem mutfağında kadın aşçılar çalışırdı.
Bu nûranî geceye ayrıca bir neşe ve hususiyet vermek için selatin camii dedikleri büyük camilerin minareleri arasında kandil uçurulurdu.
Bu uçurtmaların iplerinin birer ucu minarelerin şerefelerine bağlandığı gibi, birer uçları da camilerin avlularına sarkıtılır ve teravih namazından sonra uçurmacılar minarelere çıkıp, işlerine başlarken, iplerin aşağıya sarkıtılan uçlarındaki kutulara, cami avlusuna toplanan çocuklarla halk tarafından şekerler, lokumlar, kurabiyeler, doldurulup uçurmacılara hediye edilirdi.
Uçurmacılar bu hediyeleri de kabul ettikten sonra cidden ince maharetlerini göstermeğe başlarlar. Renk, renk kandilleri gecenin karanlığı içinde göze görünmeyen iplerin üzerinde uçurmaya başlarlardı.
İstanbul semalarında tanrının yıldızlariyle öpüşen yüzlerce kandil uçuşurken, Kur’anı Kerimin ilâhi musikisi, Dede efendi ile, Sultan Mahmudun baş imamı cennet filizi Abdülkerim efendinin hançerelerinde tanrı ziyafeti olurdu.
(Din Yolu Dergisi, 1. Cilt 8. Sayı, 10 Mayıs 1986, Sayfa 11)