Ezanın çana karşı en büyük zaferi, beş yüz küsür sene evvel, kiliseden camii haline getirilen Ayasofya minarelerinden <<Hayyâ-lel-felâh sesleri yükseldiği zaman ilâhî ifadesine kavuştu. Bu sesler devam ettiği müddetçe, Hıristiyanlık âleminde İstanbul’u yeniden ele geçirmek hayali ancak delilerin rüyâsına girebilirdi. Çanakkale harbleri, bu şehri fethetme teşebbüslerinin akıl dışı maceralar olduğunu gösterdi.

          Fakat Ayasofya minarelerinden ezan sesleri kesilince, Ortaçağ artığı ihtiraslar kabarmağa başladı. Bu defa İstanbul’a Çanakkale Boğazından değil, Türk’ün tarih şuuruna çaktırmadan, iğfalin lâstik pabuçlariyle sessizce ve hırsızca girmek hayalleri doğdu. Başta UNESCO olmak üzere, milletlerarası kültür teşekkülleri; vasıtasiyle Ayasofya semtinde bir (Citè Historique = Tarih köşesi) vücuda getirmek teşebbüslerine girişildi. ÜNESCO Paris merkezinin, bir zamanlar İdare Heyetinde bulun- duğum milli komisyona kadar intikal eden gayretlerinde bizantinologların tesiri başta geliyordu. Komisyonda teklifi reddettirmeye muvaffak olduk. Fakat merkez ısrar ediyordu. Bu teşebbüse muvâzi olarak bir de, Ayasofya ve civarını Vatikan gibi serbest ve müstakil bir bölge halinde ve Patrikhaneye bağlı bir ruhanî merkez şekline sokma gayretleri devam etmektedir. Bu gaye için İskenderiye Patrik’inin İstanbul’a geldiği, Yeşilköy Hava Meydanında Rum metropolitleriyle konuştuğu malûmdur. Gazeteler bu metropolitlerin hava meydanına dini libaslariyle ve Türk kanunlarına aykırı olarak gittiklerini de yazmışlardı. Patrik buradan Moskova’ya uçtu ve İstanbul’daki temasının neticelerini Moskoflara sundu. Sovyetlerin de desteklediği bu plânın, İstanbul’u gayr-i askerî tertiplerle ele geçirmenin ilk merhalesi olduğu muhakkaktır.

          Din mücadelelerinin sona erdiği bir dünyada yaşadığımıza inanmak bir gaflettir. Kıbrıs dâvasında da Ortodoksluğun oynadığı büyük rol gözönündedir. Ayasofya’nın müze hâline getirilmesi, Hıristiyanlığın İstanbul üzerindeki emellerini bertaraf etmiştir. Bilâkis cesaretini arttırmış, kışkırtmış ve azdırmıştır. Geçenlerde Atenagoras’ın, Patrikhaneyi kendi muhafızlarıyle korumak için giriştiği teşebbüsler de aynı cüretli plânın adımlarından biriydi.

          Ayasofya’nın tekrar câmi haline gelmesini isteyenlerin emellerini yobazca bir hayal sanmak da gafletlerin gafletidir. Fatih yobaz değildi. Hıristiyanlığa verdiği imtiyazlar bunun delilidir. Fakat Ayasofya minarelerinden yükselecek ezan sesinin bu şehirde İslâm – Türk hâkimiyetini ebedileştireceğini biliyordu. Beş asır sonra torunları arasında bunu unutanların bulunabileceğini tahmin edemezdi.

          Babamla beraber tekrarlıyayım:

Giranhâb-ı gafletsin ey kavm uyan,

Uyan, belki devr-i makûs olur.

Ezanken bu sesler uyan, korkarım,

Vatan bir taningâh-ı nakûs olur,

Bizi rûh-i pâk-i Muhammed bile,

Görür Arş-ı Âlâda me’yus olur.

Uyan, artık ey halk, tâkey sükût!..

Bu samtın sonu bank-i efsûs olur.

(Bugün Gazetesi, Fetih ve Ayasofya Eki, 29 Mayıs 1970